Murat
New member
Bir Radyo, Bir Sessizlik ve Bir Çatı Katı Hikayesi
O gün, yağmur ince ince İstanbul’un yorgun çatılarından süzülüyordu. Pencerenin kenarında oturmuş, eski radyomdan cızırtılar arasında bir frekans arıyordum. 96.2... cızır cızır. 97.1... daha beter. 98.4... bir an ses geldi, sonra kayboldu. “Bu da çekmiyor,” diye söylendim kendi kendime. O sırada mutfaktan gelen kahve kokusuyla birlikte, kapı aralığından annemin sesi duyuldu:
— “Oğlum, şu radyoyu neden hâlâ kurcalıyorsun? Zamanın geçti artık, telefondan dinle.”
Gülümsedim. Belki de mesele radyo değil, o sesin geçmişle kurduğu bağdaydı.
Çatı Katında Başlayan Frekans Arayışı
Ertesi gün arkadaşım Ece uğradı. Elinde termos kahvesi, sırtında yün bir hırka. “Radyon yine mi çekmiyor?” dedi. Başımı salladım.
— “Evet, ama pes etmeyeceğim. Bu eski radyo dedemden kalma. Bir şekilde çözeceğim.”
Ece, her zamanki empatisiyle yaklaştı. “Belki o radyo, sadece bir cihaz değildir. Belki de sen, onunla bir hatırayı yaşatmaya çalışıyorsundur,” dedi.
İşte o anda fark ettim: Ben teknik bir sorunla değil, bir duyguyla uğraşıyordum. Fakat hemen arkasından kapıdan giren Cem, durumu bambaşka bir noktaya taşıdı. Elinde tornavida setiyle gelmişti. “Hadi kenara çekil, şu frekans meselesini stratejik şekilde çözelim,” dedi.
Erkek Mantığı, Kadın Kalbi
Cem hemen antenin yönünü değiştirmeye başladı. “Bak,” dedi, “radyo dalgaları düz gitmez, yansıma yapar. Belki bu apartmanın yan bloğu sinyali engelliyordur. Anteni kuzeye çevir.”
Ece araya girdi: “Ama belki mesele sinyal değil, hissetmekle ilgilidir. Sence o radyo sadece bir frekans mı, yoksa bir çağrışım mı?”
İkisi de farklı dünyalardı ama ikisinin de haklı olduğu yerler vardı. Cem’in stratejik bakışı çözüm üretmeye odaklıydı, Ece’nin yaklaşımı ise bağlantı kurmaya, anlam bulmaya. Ben ortalarında kaldım; bir yanım mantığın rehberliğinde çözüm ararken, diğer yanım geçmişin sıcak sesine sığınmak istiyordu.
Bir Cihazın Tarihi, Bir Toplumun Hikayesi
O an düşündüm: Bizim kuşak, analogla dijitalin tam sınırında büyüdü. Radyonun hışırtısı, televizyonun “no signal” sesi, kasetin geri sarılışı... Hepsi, bugünün Wi-Fi simgesi kadar önemliydi.
Türkiye’de radyo, 1927’de ilk kez Ankara Radyosu’yla başlamıştı. O dönemde insanlar, haberleri radyodan dinler, sesli tiyatrolarla hayal kurarlardı. Radyolar, sadece cihaz değil; toplumu birbirine bağlayan görünmez ağlardı.
Bugün ise sinyali çekmeyen bir radyo, çoğu kişi için önemsiz bir detay. Fakat o cızırtının içinde bir tarih, bir iletişim biçimi yatıyor. “Radyo çekmiyor” demek, belki de “duyulmakta zorlanıyoruz” demenin sembolik hâli.
Frekansın Duygusal Kodları
O akşam, Cem antenle uğraşırken Ece bana baktı:
— “Biliyor musun, bazen insanlar da radyo gibidir. Ne kadar çabalarsan çabala, doğru frekansı bulmadan birbirini duyamazsın.”
Bir anda sessizlik oldu. Radyodan bir uğultu yükseldi, sonra bir kadın sesi:
“İyi akşamlar sevgili dinleyiciler, bugün hayatın sesini biraz daha açıyoruz...”
Ece tebessüm etti, Cem şaşkınlıkla bana baktı. Radyo nihayet çekmişti.
Ama içimdeki his, bu çözümün sadece teknik olmadığını söylüyordu. Çünkü o anda, Cem’in mantığıyla Ece’nin sezgisi birleşmişti. Birlikte çözmüştük: hem cihazı hem de içimizdeki sessizliği.
Bir Forumda Paylaşılacak Ders
O gece bu hikâyeyi bir teknoloji-forum sitesinde paylaştım. Başlığı şöyle koydum:
“Radyo Tam Çekmiyor: Belki de Sorun Antende Değildir.”
Altına şu satırları yazdım:
> “Belki sinyal bozukluğu, hayatlarımızdaki kopuklukların bir yansımasıdır.
> Belki çözüm, bir tornavida kadar teknik ama bir kahve sohbeti kadar insancıldır.
> Peki siz hiç bir cihazı tamir ederken kendinizi de tamir ettiğinizi hissettiniz mi?”
Yorumlar yağmaya başladı. Kimi “Anten kablosunu değiştir” dedi, kimi “Bu tam benlik bir metafor” yazdı.
Bir kullanıcı şöyle demişti:
> “Benim babam da radyocuymuş, yazını okurken çocukluğumu hatırladım. Bazen teknoloji arızaları, ruhun tamir çağrısıdır.”
Modern Dünyada Eski Seslerin Yankısı
Günümüzde her şey dijital. Ama bazen eski bir cihazın sesi, bizi bugünün hızından kurtarır. Radyonun çekmediği o akşam, fark ettim ki asıl mesele “çekmek” değil, “duymak.”
Çünkü teknolojiyi stratejiyle çözersin, ama anlamı kalple bulursun.
O günden sonra radyo, benim için bir hatıra kutusuna dönüştü. Cem hâlâ teknik işlere meraklı, Ece hâlâ duyguların derinliğinde. Ben ise arada bir o cızırtılı sesi dinliyorum, çünkü o ses bana şunu hatırlatıyor:
> “Her frekansın kendine özgü bir hikayesi vardır. Yeter ki onu duymaya istekli ol.”
Son Frekans: Sessizliğin Ardında Duyulan Şey
Bir gün senin de radyon çekmeyebilir. Belki de o an, kendi hayatında sinyalin zayıf olduğu bir yere işaret ediyordur. O zaman anteni değil, kalbini çevir.
Çünkü bazen doğru frekans, dışarıdan değil içimizden gelir.
Ve belki, o an fark edersin:
> Asıl mesele radyo değildir.
> Asıl mesele, duymayı unuttuğumuz sesleri yeniden bulmaktır.
O gün, yağmur ince ince İstanbul’un yorgun çatılarından süzülüyordu. Pencerenin kenarında oturmuş, eski radyomdan cızırtılar arasında bir frekans arıyordum. 96.2... cızır cızır. 97.1... daha beter. 98.4... bir an ses geldi, sonra kayboldu. “Bu da çekmiyor,” diye söylendim kendi kendime. O sırada mutfaktan gelen kahve kokusuyla birlikte, kapı aralığından annemin sesi duyuldu:
— “Oğlum, şu radyoyu neden hâlâ kurcalıyorsun? Zamanın geçti artık, telefondan dinle.”
Gülümsedim. Belki de mesele radyo değil, o sesin geçmişle kurduğu bağdaydı.
Çatı Katında Başlayan Frekans Arayışı
Ertesi gün arkadaşım Ece uğradı. Elinde termos kahvesi, sırtında yün bir hırka. “Radyon yine mi çekmiyor?” dedi. Başımı salladım.
— “Evet, ama pes etmeyeceğim. Bu eski radyo dedemden kalma. Bir şekilde çözeceğim.”
Ece, her zamanki empatisiyle yaklaştı. “Belki o radyo, sadece bir cihaz değildir. Belki de sen, onunla bir hatırayı yaşatmaya çalışıyorsundur,” dedi.
İşte o anda fark ettim: Ben teknik bir sorunla değil, bir duyguyla uğraşıyordum. Fakat hemen arkasından kapıdan giren Cem, durumu bambaşka bir noktaya taşıdı. Elinde tornavida setiyle gelmişti. “Hadi kenara çekil, şu frekans meselesini stratejik şekilde çözelim,” dedi.
Erkek Mantığı, Kadın Kalbi
Cem hemen antenin yönünü değiştirmeye başladı. “Bak,” dedi, “radyo dalgaları düz gitmez, yansıma yapar. Belki bu apartmanın yan bloğu sinyali engelliyordur. Anteni kuzeye çevir.”
Ece araya girdi: “Ama belki mesele sinyal değil, hissetmekle ilgilidir. Sence o radyo sadece bir frekans mı, yoksa bir çağrışım mı?”
İkisi de farklı dünyalardı ama ikisinin de haklı olduğu yerler vardı. Cem’in stratejik bakışı çözüm üretmeye odaklıydı, Ece’nin yaklaşımı ise bağlantı kurmaya, anlam bulmaya. Ben ortalarında kaldım; bir yanım mantığın rehberliğinde çözüm ararken, diğer yanım geçmişin sıcak sesine sığınmak istiyordu.
Bir Cihazın Tarihi, Bir Toplumun Hikayesi
O an düşündüm: Bizim kuşak, analogla dijitalin tam sınırında büyüdü. Radyonun hışırtısı, televizyonun “no signal” sesi, kasetin geri sarılışı... Hepsi, bugünün Wi-Fi simgesi kadar önemliydi.
Türkiye’de radyo, 1927’de ilk kez Ankara Radyosu’yla başlamıştı. O dönemde insanlar, haberleri radyodan dinler, sesli tiyatrolarla hayal kurarlardı. Radyolar, sadece cihaz değil; toplumu birbirine bağlayan görünmez ağlardı.
Bugün ise sinyali çekmeyen bir radyo, çoğu kişi için önemsiz bir detay. Fakat o cızırtının içinde bir tarih, bir iletişim biçimi yatıyor. “Radyo çekmiyor” demek, belki de “duyulmakta zorlanıyoruz” demenin sembolik hâli.
Frekansın Duygusal Kodları
O akşam, Cem antenle uğraşırken Ece bana baktı:
— “Biliyor musun, bazen insanlar da radyo gibidir. Ne kadar çabalarsan çabala, doğru frekansı bulmadan birbirini duyamazsın.”
Bir anda sessizlik oldu. Radyodan bir uğultu yükseldi, sonra bir kadın sesi:
“İyi akşamlar sevgili dinleyiciler, bugün hayatın sesini biraz daha açıyoruz...”
Ece tebessüm etti, Cem şaşkınlıkla bana baktı. Radyo nihayet çekmişti.
Ama içimdeki his, bu çözümün sadece teknik olmadığını söylüyordu. Çünkü o anda, Cem’in mantığıyla Ece’nin sezgisi birleşmişti. Birlikte çözmüştük: hem cihazı hem de içimizdeki sessizliği.
Bir Forumda Paylaşılacak Ders
O gece bu hikâyeyi bir teknoloji-forum sitesinde paylaştım. Başlığı şöyle koydum:
“Radyo Tam Çekmiyor: Belki de Sorun Antende Değildir.”
Altına şu satırları yazdım:
> “Belki sinyal bozukluğu, hayatlarımızdaki kopuklukların bir yansımasıdır.
> Belki çözüm, bir tornavida kadar teknik ama bir kahve sohbeti kadar insancıldır.
> Peki siz hiç bir cihazı tamir ederken kendinizi de tamir ettiğinizi hissettiniz mi?”
Yorumlar yağmaya başladı. Kimi “Anten kablosunu değiştir” dedi, kimi “Bu tam benlik bir metafor” yazdı.
Bir kullanıcı şöyle demişti:
> “Benim babam da radyocuymuş, yazını okurken çocukluğumu hatırladım. Bazen teknoloji arızaları, ruhun tamir çağrısıdır.”
Modern Dünyada Eski Seslerin Yankısı
Günümüzde her şey dijital. Ama bazen eski bir cihazın sesi, bizi bugünün hızından kurtarır. Radyonun çekmediği o akşam, fark ettim ki asıl mesele “çekmek” değil, “duymak.”
Çünkü teknolojiyi stratejiyle çözersin, ama anlamı kalple bulursun.
O günden sonra radyo, benim için bir hatıra kutusuna dönüştü. Cem hâlâ teknik işlere meraklı, Ece hâlâ duyguların derinliğinde. Ben ise arada bir o cızırtılı sesi dinliyorum, çünkü o ses bana şunu hatırlatıyor:
> “Her frekansın kendine özgü bir hikayesi vardır. Yeter ki onu duymaya istekli ol.”
Son Frekans: Sessizliğin Ardında Duyulan Şey
Bir gün senin de radyon çekmeyebilir. Belki de o an, kendi hayatında sinyalin zayıf olduğu bir yere işaret ediyordur. O zaman anteni değil, kalbini çevir.
Çünkü bazen doğru frekans, dışarıdan değil içimizden gelir.
Ve belki, o an fark edersin:
> Asıl mesele radyo değildir.
> Asıl mesele, duymayı unuttuğumuz sesleri yeniden bulmaktır.