Muharrem Ergin dili neden ata benzetti ?

CesHef

Global Mod
Global Mod
Dilin Atası, Atın Dili: Muharrem Ergin’in Benzetmesini Anlatan Bir Hikâye

Merhaba dostlar,

Geçen gün kütüphanede eski bir kitap karıştırırken, Muharrem Ergin’in “Türk Dili” üzerine yazdıklarından bir cümle gözüme çarptı:

“Dil, at gibidir; binmesini bilmeyen, onu taşımak yerine taşınır.”

O an kafamda bir hikâye canlandı. Eğer dil bir atsa, biz onu nasıl sürüyoruz? Onu yönlendiren kim? İşte bu düşünceyle bir hikâye doğdu. Buyurun, anlatayım…

1. Bölüm: Rüzgârın Ülkesi

Uzak bir bozkırda, “Söz Ovası” adıyla bilinen bir diyar vardı. Bu diyarda her insanın bir “dil atı” olurdu. Bu at, kişinin konuşmalarından, düşüncelerinden ve kalbinden doğardı. Kimisi kelimeleriyle onu besler, kimisi suskunluğuyla aç bırakırdı.

Bir sabah, genç bir bilgin olan Eren, uykusundan “kendi atının kişnemesiyle” uyandı. Atının adı Türkçe idi; güçlü, çevik, asil bir varlıktı. Ancak son zamanlarda sanki gücünü yitiriyordu. Eren, atını okşarken mırıldandı:

“Ne oldu sana, eski kudretin nerede?”

O sırada köy meydanında yaşlı bir kadın olan Ana Hatun oturuyordu. Yüzünde bilgelik, gözlerinde yüzyılların kelimeleri vardı. Kadın, Eren’in yanına geldi ve sessizce konuştu:

“Evlat, sen atını anlamadan ona emir veriyorsun. Dil de böyledir, anlamadan yön verince seni taşır, sen onu değil.”

2. Bölüm: Erkeklerin Akıl Yolu

Eren düşünceli bir adamdı. O, dili bir araç olarak görüyordu.

“Dil, bilgi taşır,” derdi. “Bir düşünceyi ne kadar açık anlatırsan, o kadar başarılısın.”

Onun gözünde dil, bir hedefe ulaşmak için kullanılan mantıklı bir araçtı.

Günün birinde Söz Ovası’na başka bir bilgin geldi: Aras. Aras, savaş stratejileriyle ünlüydü. Eren’le konuşurken dedi ki:

“Dilin, at gibi terbiye edilmesi gerekir. Eğer sen dizginleri gevşetirsen, seni uçuruma götürür. Düşüncelerini yönlendirmeyi bilmelisin.”

Erkeklerin dünyasında dil, kontrol edilmesi gereken bir güçtü. Onlar için asıl mesele, atı nereye koşturacaklarını bilmekti. Aras’ın gözünde dil; mantığın hizmetinde, amaç için var olan bir savaşçıydı.

3. Bölüm: Kadınların Kalp Yolu

Köyün diğer yanında, Mira adında genç bir kadın yaşıyordu. Onun da bir “dil atı” vardı. Fakat Mira’nın atı, Eren’inkinden farklıydı; yelesi rüzgârda dalgalanırken sanki duygularla konuşurdu.

Mira, insanlarla empati kurma gücüyle tanınırdı. Biri üzülse, onun atı hemen hüzünle kişnerdi. O, dili sadece ifade aracı değil, bir bağ olarak görürdü.

“Dil, insanla insan arasında yürüyen görünmez bir yoldur,” derdi.

Bir gün Eren ona, “Senin atın çok duygusal, kontrolsüz,” dediğinde Mira gülümseyip şöyle cevap verdi:

“Hayır Eren, o beni değil, kalbimi taşır. Çünkü bazen doğru sözü değil, doğru duyguyu söylemek gerekir.”

Kadınların dünyasında dil, bir köprüydü. Empati, sevgi ve anlam taşıyordu. Her kelime, bir yürek dokunuşu gibiydi.

4. Bölüm: Bozkırın Öğretmeni Muharrem

Bir gün köye yaşlı bir bilgin geldi. Adı Muharrem Dede idi. Elinde kalem, yüreğinde kelimelerin bin yıllık yankısı vardı. İnsanlar etrafına toplanınca konuşmaya başladı:

“Dil, tıpkı at gibidir. Binmesini bilmeyen onu kontrol edemez. At, sahibine sadıktır ama saygısız olana da sırtını döner. Dili korumak, onu anlamaktan geçer.”

Eren merakla sordu:

“Peki, dede, dili korumak derken neyi kast ediyorsun?”

Muharrem Dede gülümsedi:

“Dilini bilmeyen, düşüncesini kaybeder. Düşüncesi olmayan da yüreğini. Atına binmeyen bir millet, bir gün başkasının atının arkasına biner.”

Bu sözler bozkırın ortasında yankılandı. Kadınlar, erkekler, gençler ve yaşlılar o an anladılar ki, dil sadece konuşmanın değil, kimliğin taşıyıcısıydı.

5. Bölüm: Dilin Yelesinde Buluşma

Eren ve Mira, ertesi sabah atlarını alıp bozkıra çıktılar. Farklı yollarla öğrendikleri gerçeği sınamak istediler.

Eren dizginleri sıkı tuttu; planlı, dikkatli, mantıklıydı. Mira ise atının adımlarını rüzgâra bıraktı, duygularına güvendi.

Bir süre sonra yolları kesişti.

Mira dedi ki:

“Sen atını kontrol ettin, ben onunla konuştum. Hangimiz daha doğru yaptık?”

Eren düşündü: “Senin atın beni hissetti, benimki seni duydu. Belki de dilin sırrı, akıl ve kalbin birlikte yürüdüğü yerdedir.”

Muharrem Dede uzaktan onları izliyor, gözlerinde huzurlu bir bilgelik ışığıyla mırıldanıyordu:

“İşte şimdi anladınız… Dil, bir at gibidir; sadece yönlendirilmez, dinlenir de. Ona binmek kadar, onu anlamak da marifettir.”

6. Bölüm: Dilden Millete, Atın İzinden Kimliğe

Yıllar geçti. Söz Ovası halkı, dillerine sahip çıkmayı bir onur saydı.

Kadınlar, dillerini duygularla yoğurdu; erkekler, onu stratejilerle güçlendirdi. Böylece dil, iki kanatlı bir at gibi yükseldi: biri kalpten, biri akıldan.

Muharrem Dede’nin öğrettiği bu benzetme, yüzyıllar sonra bile dilden dile dolaşmaya devam etti. Çünkü o, dilin sadece iletişim aracı değil, bir milletin taşıyıcısı olduğunu anlatmıştı.

Ve her kim dilini anlamadan konuşursa, o kişi kendi atını yitirmiş sayıldı.

Dil, sadece kelimelerden değil, insanın kendini taşıyış biçiminden doğuyordu.

7. Bölüm: Tartışma Çağrısı

Peki sizce Muharrem Ergin’in “dil, ata benzer” sözü sadece bir benzetme miydi, yoksa bir uyarı mı?

Eren gibi akılla mı binmeliyiz dile, yoksa Mira gibi yüreğimizle mi konuşmalıyız?

Bir milletin dili, erkeklerin stratejik disipliniyle mi, yoksa kadınların duygusal sezgisiyle mi güçlenir?

Yoksa gerçek kudret, ikisini birleştirmekte midir?

Forum dostları, siz ne düşünüyorsunuz:

Bir toplumun atı mı dili taşır, yoksa dil mi o toplumu geleceğe sürükler?
 
Üst